İçeriğe geç

İlk Çektiğim Otostop

Hayatım boyunca ön yargılı birisiydim. Daima bir şeyler yapmaktan çekinmiştim. Belki de korkuydu sebebi. Olayları akışına bırakamıyordum, mutlaka kesin işler yapıp kesin sonuçlar alıyordum. Ama bir gün bir kitap beni tamamen değiştirecekti.

ogr-wallpaper

Bir keresinde Arch Linux’un bir forumuna (Türk mü yabancı mı hatırlamıyorum) kayıt  olmaya çalışmıştım. Botları engelleyen güvenlik sorusu şöyle idi: “Otostopçunun Galaksi Rehberi kitabındaki sayı kaçtır?”. Bilememiştim ve internet üzerinden de bakmak istememiştim. İlginçtir ki o sayıyı bir gün kendi gözlerimle görecektim. Ankara’ya ilk geldiğimde ablamla İmge Kitapevi’ni gezmiştik. Onu ilk defa gördüğümde “Bu ne be böyle, kim okur böyle bir kitabı?” demiştim. Ve bir şey dikkatimi çekmişti. O sayı … Kocaman bir şekilde 42 yazıyordu. Anlamamıştım ne olduğunu. Dolayısı ile kitabın ağır derecede felsefi konularla ilgili olduğunu düşünmüştüm. Peki yanılmış mıydım? Hem evet, hem de hayır.

ogr-thumb

Kitabı internet üzerinden almıştım ve geldiği ilk gün hemen okumaya başlamıştım. Ön söz falan o kısımlar rahat bir şekilde 15-20 dakikamı almıştı. Çok uzundu çünkü Kabalcı Yayınları’nın beşi bir yerde sürümünü almıştım. Ve ilk defa bir kitabın ön sözünü okurken müthiş bir şekilde eğlenmiştim ve yorulmuştum. Ama kendi kendime şunu dedim; Dur be! Macera daha yeni başlıyor.

Çok ilginçti karakterler ve hikaye. Kendi halinde, mülayim bir zaht-ı muhterem olan Arthur Dent, 15 yıl önce başka bir gezegenden Rehber’e dünyayı tanıtmak için gelen Ford Prefect (ki isminin hikayesi bile tam bir komedi) ve onun ayarsız kuzeni Zaphod Beeblebrox, Arthur gibi dünyalı olan Trillian, elektronik somurtma makinesi Marvin, hayallerimin bilgisayarı Eddie ve diğerleri. Hikaye ise şimdiye kadar gördüğüm en güzel bilim-kurgulardan birisi. Zaten Douglas Noel Adams’ın (DNA) mükemmel mizahi anlatışı ile ister istemez seviyorsunuz hikayeyi. Kitabın arka kapağında özet olarak şunu diyorki:

Tamamen sakin bir hayat yaşamak, hayatına temel yaşamsal fonksiyon olarak soğuk bira ve güzel çay içmek kavramını oturtmak isteyen, kendi halinde, üstelik fazlasıyla uysal bir adam Arthur Dent, bir sabah uyanır ve evinin saçma bir nedenle yıkılacağını öğrenir; ama bu yalnızca başlangıçtır. Daha bir kaç saat bile geçmeden gezegeni yok edilecek ve yanında kankası Ford Prefect, üstünde yıpranmış sabahlığı, elinde havlusuyla galaksi boyunca sürecek inanılmaz bir yolculuğa çıkacaktır …

Arthur Dent cidden de çok ilginç bir şekilde, çok ilginç bir maceraya çıkıyordu. Kendisini nelerin beklediğini bilemeden. İnananın kader, inanmayanın tesadüf, diğerlerinin ise karma zımbırtısı diyeceği şeylere bağlanabilecek şekilde gelişen olaylarda durumu anlamaya çalışıyordu. Genellikle de anlamıyordu tabi. Zaten kankasının dünya dışından olduğunu öğrenmiş, dünyası mahvolmuş (ki mecaz değil bu ifadem, Vogonlar tarafından yokedilmişti gezegeni) ve kendini bir anda Ford’la birlikte bir Vogon gemisinde bulmuştu. Ve Ford’a durumla ilgili sorduğu ilk sorunun cevabıyla afallamıştı. + Buraya nasıl geldik? – Otostop çekerek!

Neredeyse her sayfada gülmüştüm. Neredeyse her olayın içine bir mizah konmuştu. Ama bazen gülerken sanki sayfanın içinden şaşırtıcı bir şeyler fırlayıp beynimin içine giriyordu. Tam tabiri ile afallıyordum. Çünkü o fırlayıp beynimin içine dalan şey bugünün ta kendisi idi. İzlediğim filmdi, dinlediğim müzikti, okuduğum kitaptı (burada fena bi paradoks kokusu alıyorum). Yok artık diyordum her seferinde.

Hani derler ya, bazı kitaplarda karakterler aslında tam olarak sensindir, okudukça kendini görürsün. Buna katıldığımı belirtmeliyim zira Arthur’un yaşadığı olaylarda kendimi görüyordum bazen. Rastgele içine girdiği durumlarda gelişen rastgele olaylar çerçevesinde çok ilginç sonuçlar elde ediyordu. Neden olduğunu anlamıyordu, nasıl olduğunu anlamıyordu. Olayların nasıl olup ta bir anda oradan oraya geldiğini çözemiyordu. Bir sabah uyanıp evinin yıkılacağını görürsün, başka bir günde bir mağarada taş devrini baştan yaşarsın, diğer bir günde de para elde etmek için bağışladığın spermle dünyaya gelmiş kızını kocaman bir şekilde karşında görürsün ve afallarsın. Sanki hayatını artık shuffle algoritmasının azizliğine göre yaşıyor gibi idi.

İşte burada kendimi gördüm. Çünkü hayatımı hep korkuya dayalı önyargılarla geçirdim. (Bazı insanlar buna “g*tünü sağlama almak” da diyebilir. Gerçi memur çocuğuyum, 657 kafası sonuçta, normal de olabilir bu hissim.) Dolayısı ile sakin, kendi halinde, yeniliğe çok açık olmayan biri idim. Ne olduysa onu okuyunca oldu. Sanki ben otostop çekmeye çalışırken DNA beni arabasına almış, eşşiz diyarlara götürmüştü.

ogr-ford

Ve ben de artık kendimi shuffle algoritmasının azizliğine teslim etmiştim. Karşıma ne çıkarsa çıksın yaşamaya devam ediyordum, öyle de olması gerekiyordu. Olaylar gelişirken, aralarında bağlantı kuramaz oldum. Her şey akışındaydı, anı yaşamak düşüncesi sanki tüm benliğimi ele geçirmişti. Bir nevî Arthur Dent’ten Ford Prefect’e dönüşmüştüm. Başımda havlum, elimde rehberim, maceranın peşindeydim. Havlum şimdilik askıda kalsa da rehberimle hayat denen yolda otostop çekiyordum. Bindiğim her arabada farklı benlikleri tanıyor, arkadaş ediniyordum. Her kavramı, her kelimeyi yeniden tanımlıyordum. Her seferinde şaşırıyordum, bu kadar sıradan şeylerin altında aslında nelerin olduğuna. Ama en önemlisi artık korkmuyordum. Cesaret değildi bunun adı. Daha çok umursamazlık idi. Cem Yılmaz tabiri ile “Koy g*tüne rahvan gitsin!” gibi bir şeydi.

Sonuçlar … Her zaman ilginç oldu. Hiç beklenmedik zamanlarda hiç beklenmedik şeyler yapar oldum. Bunun vesilesi ile O’nu buldum. Kısacık bir sürede sanki onunla tüm galaksiyi gezdim.

Aslında daha da fazla yazmak isterdim ama gelmiyor işte aklıma. Son olarak bu aralar, DNA’nın ölümünden sonra derlenen “Kuşkucu Somon” adlı kitabını okuyorum. Dikkatimi çeken bir şey vardı orada. Bazı yazılarda, bir de direkt olarak Amerikan Ateist adlı bir grupla yapılan röportajda DNA kendini “radikal ateist” olarak tanımlıyor ve anlatıyordu düşüncelerini. Kendi inancıdır, bir şey diyemem elbet ama şunu söylemek isterim: Umarım yanılıyordur. Çünkü eğer öyle ise diğer tarafta ona söyleyeceğim bir çift sözüm olacak: PANİĞE KAPILMADIM!

Tarih:Genel